27 Ekim 2017 Cuma

Bir Durak Bekçisi

Ben bir durak bekçisiydim sen ise treni nezaman geleceği meçhul bir yolcu.
Okadar gelip giden, gideni yolcu eden, geleni karşılayan insanlar arasında bir ikimizdik yalnız olan. Ne seni yolcu eden vardı, nede beni götürebilecek bir tren. Yalnızlığın sebepleri ayrı sonuçları aynı. Lakin vardı senide kesin bekleyen, bir başka durakta karşılayacak olan. Benim ise görevimin bir parçasıydı yalnızlık. Biliyordum bunların hepsini lakin iki insanın yalnızlığı kadar birleştirici başka birşey yoktu bu dünyada. Ben kimdim ki dayanacaktım buna? Senle beraber beklerken buldum kendimi. Seni benden alacak yine yalnızlaştıracaktı beklediğimiz, ama seninle sensizliği beklemek dahi çok güzeldi. Geçen vakit unutturuyordu bana gideceğini, sanki hep bekleyecektik beraber gitmeni. Aklım ile yüreğim savaşıyordu sen uyurken, ama her sabah gözlerini açtığında, yani benim güneşim doğduğunda aklım teslim oluyordu onursuzca. Sense herşeyden habersiz halimden anlamaz sabırsızca bekliyordun trenini. Yalnız beklemektense benimle beklemek daha iyi bir seçenekti sadece senin için. Eğlendiriyordum seni bazen sende unutuyordun gideceğini. Güldürüyordum mesela derdini dinliyordum kimi zamanda şiirler okuyordum sana. Cemal Süreyya, Turgut Uyar, Nazım Hikmet. Her bir şiiri ben sende yaşardım sen uzaklara bakardın. Korkardım bekleyenin mi var diye sormaya. Cevabını bilirdim sanki içten içe. Ama bilmekle senden duymak arasında ölmekle bisikletten düşmek kadar fark vardı. Gel zaman git zaman herşeyi kabullenmiştim böylede yaşardım artık trenin gelmesine ihtimal dahi vermezken, hatta gelse bile beni bırakıp gitmez derken ölüm kadar kesin o an geldi. Uzaktan göründü birşeyler seninle nicedir boş boş baktığımız raylar üzerinde birşeyler. Bir hançer saplandı kalbime herşey durdu o an. Zaman durdu, yağan yağmur tanecikleri havada kaldı, kalbim atmaz oldu. Birtek o durmadı, geliyordu umursamaz umursamaz. Sana baktım. Nede mutluydun, ben ne yaptıysam seni hiç bukadar mutlu görmemiştim. Boynuma sarıldın "geliyor" dedin. Bana daha hiç böyle sarılmamıştın. Binerken birşeyler söyledin, yani dudakların oynadı ama ben birşey duymadım. Aldın valizini bindin, öylece sıradan birşey gibi. Valizinde kalbim, umutlarım, sevgim, sana okuduğum bütün şiirler. Aldın gittin. Sen gelene kadar olduğu gibi olmadı o durak birdaha, ben olmadım. Öyle kolay olmuyormuş işte. Ikiyken biri gittiğinde bir kalmıyor insan. Hiç kalmıyor insan. Yok oluyor insan.

8 Eylül 2017 Cuma

Yandığını nezaman anlarsın?

7 yaşındaydım taşındığımızda. Daha küçük bir evden küçük bir eve geçiyorduk.
Salona bir yeşil kanepe taşıdı amcamla babam, açılan bir kanepe.
Gelecek bir kaç yıl kız kardeşimle ikimiz yatacaktık o yatakta.
Henüz 5,5 yaşında olan bir kızın nasıl tekmeler atabildiğine şaşırmıştım.
Birde soba vardı evde. Türün son örneği bir soba.

Sobanın önüne asılan bir demirlik vardı soba sıcakken dokunup kimse kendisini yakmasın diye.
Lakin dahihane bir fikirle babam o demiri sökmüştü "bir musubet bin nasihatta bedeldir" sözünü herhalde içleştirmişti. Ama hakkını yememeliyim "dokunmayın yanarsınız" uyarısını yapmıştı.

Henüz yaşım 7 merak sardı beni, nekadar acırdı yanmak? Babamın çakmağı kadar mıydı?
Ikiside ateş ikiside aynı yakmalı diye mantık kuruyordum kafamda. Sıcak su ile yanmıştım ondan çok muydu acaba? Suyuda ateş ısıtmıyor mu sobanın demiride ayni yakmalıydı dimi?
Merak sarmıştı kafamı bilmek istiyordum delilik seviyesinde istiyordum. Öğrenmenin başka yolu yoktu dokunacaktım yanarken sobaya. Sadece bir saniye dokunup çekilecektim sadece bir saniye. Bir saniye içinde insan derisi yanar mıydı?

Parmaklarım arasında bir seçim yaptım. Sol serçe parmağımda karar kıldım. Bir soğuk kış akşamı, babam kahvehanede, kemik kadro kardeşim annem ben oturuyoruz evde. Kız kardeşim erken sızdı, artık sadece annemin mutfağa uzun sürecek bir iş için gitmesini beklemeliydim. Çay almaya kalkıyordu fakat o vakit yetmezdi, bana sonrasında göz yaşlarımı silecek ve parmağımı suya tutacak vakit lazımdı. Yalandan acıktım dedim, annem şaşırdı "bu saatte mi?" dedi ama annemi biliyordum kıyamazdı gece 3 de yemek istesem bile uykusundan kalkar hazırlardı. Mutfağa gitti ve o büyük an gelmişti. Sanki yeni bir gezegen keşfedecektim. Acıdanda korkuyordum ama ne kadar sıcak olduğunu bilmeliydim bilinmez olarak kalması beni deli ediyordu.

Sobanın yanına bağdaş kurdum oturdum, kollarımı çemredim bir kimya deneyi yapacakmış gibi. Serçe parmağım titriyordu ama vaktimde azalıyordu annem mutfaktan yanına ne içersin diye soruyordu tahminen 5 dk ya gelecekti. Cesaretimi topladım ve serçe parmağımı sobaya uzattım. Ucu değdiği an korku ile geri çektim. Birşey hissetmemiştim, korkaklığımdan kısa tutmuştum süreyi. Kendime ölesiye sinirlendim, öyle sinirlendimki sinirim korkumu unutturdu ve tereddüt etmeden birdaha dokundum sobaya parmağımın ucuyla.

Bu defa daha uzun tuttum süreyi ince bir sızı hissedene kadar. O an çektim parmağımı, cok hafif bir acıydı beklediğimin cok altında. Nerdeyse hayal kırıklığına uğraacakken parmağımdaki acının diğer acılar gibi azalmadığını aksine git gide arttığını hissettim. Artıyordu acı inanılmaz artıyordu. Nasıl olurdu parmağımı en ufak sızıda çekmiştim sobadan nasıl olurda acısı artardı. Lavaboya koştum soğuk suyu açtım parmağımı altına tuttum. Kış günü hep olduğu gibi su buz gibi akıyordu ama yinede sönmüyordu acısı git gide artıyordu. Içerden annem sesleniyordu yemeğin hazır gel diye. Bir süre sonra acısı artmadı daha ve soğuk yeni yeni fayda ediyordu. Şüphe uyandırmasın diye yüzümü yıkadım göz yaşlarımı sildim.

Parmağımın ucu yanmıştı bir iki yıl birşey hissetmedim parmak ucumda.
O yaşlarda anlamamıştım aklım ermemişti bugün daha iyi anlıyorum.
Ateş böyle birşeydi sen o ufak sızıyı hissedene kadar yanmıştın bile. Acısı çok sonra geliyor değiyor yüreğine. Acımaya başladığı an bırakırım dersin ama acıyana kadar küle dönmüştür kalbin. Yalnız kalmam dersin ama en kalabalık ortamlarda yalnız kalmıssındır bile. Delirmem ben dediğinde en büyük deli sensindir bile. En mutlu anında başlamıştır ömrünün en üzgün evresi.
Bağlanmam dediğinde çoktan aşıksındır bile.
Hayat böyledir yakıp yok edene kadar acısını hisettirmez sana.
Onu küle dönünce anlarsın.

21 Ağustos 2017 Pazartesi

Bir Bilet Ruhuma

Şehrime geri döndüm.
Benim şehrim, heryeri anılarımla dolu.
Ilk dövüştüğüm otobüs durağı mesela halen duruyor. Yada ilk sakız çaldığım dükkan hala batmadı o eksik sakıza ramen. Ilk çarpıpda bisikletten düştüğüm kaldırım taşı, her yanından geçmemde hatırlarım. Ilk okulu asıpda counter oynamak icin gittiğimiz internet cafe, hindistanlı sahibi oğluna devretmiş. Içinde büyüdüğüm mutfağı han kadar kendisi küçücük daire yenilenmiş ve hala duruyor. Orda annemin ilk azarını işitmiş babamın ilk tokadını yemiştim. Ilk ehliyetsiz babamın arabayı gece yarısı kaçırıp sürdüğüm yol dahi aklımda hala. Ilk bir kızı öptüğüm ara sokaktan geçerken halen korkudan yukardaki pencereye bakarım ispiyoncu komşuları camdan bakıyor mu diye. Ilk terk edildiğim havaalanına hala bilet almaktan çekinirim, gözümde canlanır koskoca mazi.
Heryeri ben, benim bütün mazim bu şehir.

Yinede isteksiz döndüm bu şehire.
Şehrin en yalnız adamıdır şehire kendisini bağlayan birşeyi kalmayan ve onca anıya ramen beni buraya bağlayan birşeyim kalmamış gibi. 
Beni bir Tren sürükledi buraya. 
En acımasız ve en matem dolu ulaşım aracı.
Bazılarında biletin üzerinde ismin bile yazmaz. Önemsemez seni beni umrunda olmaz binen inen.
Saatini dakikasini bilir o sadece ve vakitlidir. Zaman nasil acımasızca akıyorsa oda o denli acımasızca ilerler bir sonraki durağına. Ağır kalkar duraktan ki son bir düşünme payı bırakır sana geride bıraktıkların gözünün önüne gelsin diye. Ağır kalkar ama kimseyi indirmez. Amansız kalkar trenler sessiz sedasiz.

Eski bir hikaye anlatılır. Günün birinde artık zamana yenik düsen kızılderililerin son Kabileşeflerinden birine devrim ve bilimin sonucunu göstermek icin bir trene bindirirler. Ağır ağır kalkar tren ve yavaş yavaş hızlanır. Bir atın iki katı bir hız, o zamanlar insanlar icin cok fazla denilen bir hız. Şeften büyülenip devrimin gücünü kabul etmesi beklenir, o ise ilk durağı bekler. Ilk durakta iner bir kenare gecer, yere oturur ve gözlerini kapar. Ona ne yaptığı sorulduğunda, "Ruhumun bedenimi yakalamasını bekliyorum" der.

Bende bekliyorum ruhumun bedenimi yakalamasını, hala bekliyorum.



15 Temmuz 2017 Cumartesi

Yorgun

Yorgunum ben, yorgunluğum değil bedenimden, benim yorgunluğum daha derinden.
Elle tutulur gözle görülür bir yorgunluk benim için lakin tarifi bir okadar zor.
Bazen, yani sabahı belirsiz her gece, yorgunluk taşar ruhumdan.
Gözlerime birşeyler kaçar o bazı geceler.
Duydum uyku deniyormuş buna.
Uyuluyormuş öyle olunca, uyumak vardı ya?
Hani şu yokluğun en dayanılmaz olduğu zaman yaptığımız.
Bende denedim, uyku ile aldattım seni.
Uyandım yine aklımdasın, işimle aldattım seni.
Işim bitti yine aklımdasın, her unuttum dediğimde unutmadığımı anladım.
Kimdin sen?
Gerçek yüzün ne senin?
Bazen pencereme vuran yağmur, bazen aniden esen rüzgar.
Gökyüzünde bir bulut, bir şiirin içinde söz.
Hepsi bir an, sadece bir an sanki sen sonra yok oluyorsun birden.
Hiç yokmuş gibi, hiç var olmamış gibi.
Eğer gerçekten hayalimsen nolur uzak dur benden.
Sahiplenirim duramam, kıskanırım sıkarım seni.
Yalnızlığıma katarım seni mutsuz olursun.
 Ne anlatıyorum ben?
Oysa söylenmiş gerekli herşey coktan..










10 Haziran 2017 Cumartesi

Toprak

Solun bozkır sağın tarla sen direksiyon başında ardında bir dünya.
Bir yıl çalıştın bu ana şimdi sarıl havaya, sevdiklerini bas bağrına.
Sayılı gün biter varmazsın farkına, kıymetini bil fani dünyada bilinmez seneye kim kala.
Emir bu ya sende karışacan seni kendine çeken toprağa.




12 Mayıs 2017 Cuma

Her gün bir gün geçmiyor

Zaman belkide sahib olduğumuz en değerli şey. Sınırlı ve sınırı belli değil. 60 saniye bir dakikadir, 60 dakika bir saat ve 24 saat eşittir bir gün. Bir yıl 365 gün ve 8 saattir. Fazlalık olan 8 saat 3 yıl biriktirilir ve her 4. yıl 366 gün olur. Bilim bu kadar düzdür. Her insanın yaşı yer yüzünde geçirdiği 365 günlerle sayılır. 3 yaşından 4 yaşına geçmen ile 33 yaşından 34 yaşına geçmenin bilim açısından bir farkı yoktur, her ikisindede 365 gün geçirmiş oluyorsun fani dünyada.

Peki gerçekten aynı mı?

Fark yok mu gerçekten günden güne? Her saat aynı mı? Saniyeler gibi geçen saatler vardır bazı insanlarla ve bazende saatler gibi geçen saniyeler vardır o gönlünden en çok dilediğin anın hemen öncesinde.Yani demem o ki her gün bir gün geçmiyor. Zaman böyle dursa, dünya dursa, hayat dursa dedirtir sana mutluluk ve derhal bitse, hemen unutsam, yada hiç olmasa dedirtir sana korku. Her ikisindede istediğinin tam aksi olur. Zaman acımasızdır sana bana olan bitene bakmaz umursamaz. Zaman devamlı akar gider. Ve bazen zaman bir ilaç değil bilakis cezadir.

Herşey doğru zamana bağlıdır. Yanlış zamanda yaptığın doğrular hiçbirşeye yaramaz.
Doğru zamanda doğruyu söylersin haklı olursun, yanlış zamanda doğruyu söylersin patavatsız olursun.
Doğru zamanda doğru işi yaparsın başarılı olursun, yanlış zamanda doğru işi yaparsın işgüzar olursun.
Doğru zamanda doğru insanı seversin sevda olur, yanlış zamanda doğru insanı seversin aşk olur.

Hayatta kendi ritmini bulmaktır önemli olan herşeyi ilk başarmak değil. Bir başkasının zamanına yetişebilmek için yanlış söylemeyin, yanlışı yapmayın, en önemlisi yanlış kişiyi sevmeyin.
En nihayetinde size ve harcadığınız zamana yazık. Zaman bir yol ve hayatımız bir yolculuk, bir yarış değil. Ve her anı bir yön tabelasi.

24 Mart 2017 Cuma

Yarım

Ne hakkıyla karınca olabildik,
ne de Ağustos böceği 
Ne çalışabildik hummalıca,
ne de boşverebildik herşeyi.

Ne göze alabildik sevmenin risklerini, 
ne de sevgisiz kalabildik. 
Hep ihtimaller dahilinde yaşadık ve sonunda,
ne en korktuğumuz oldu ne de ümit ettiğimiz. 

Ne intikam almaya yetecek kadar nefret edebildik,
ne de affedebildik kendimizi yalanlara kandığımız için. 

Ne varlığımız mutlu etti insanları,
ne de yokluğumuz koydu okadar.

19 Mart 2017 Pazar

Biricik Erteleme Sorunum benim

Bugünde yine yeni ufuklara yelken açamadım. Ileriye erteleme sorunum var benim. Muhteşem fikirlerim var aslında ama işte birde yapsam. Öğrenmek istediğim dillerde misal halen sadece selamlaşabiliyorum ve tabi anlamadan şarkılara eşlik edebiliyorum. Belkide anamıza sövüyorlar nereden bilecez demi?  Bitirmek istediğim kitaplarda mesela yarım kaldı, oysa hepsinde de en heyecan verici yerindeyim, okusana işte. Yok olmaz aynı aklımda kurduğum ama birtürlü yazamadığım Antreman ve Beslenme planı gibi. Aklimda ya hepsi bir ara yazarım hepsini. Masam da dağıldı iyice, nezaman masamda birşey arasam o aradığım şeyi bulana kadar "masayı da bir ara toplamam gerek" diye düşünüyorum ve bulunca unutuyorum o düşünceyi. Ya benim birde blog yok muydu? Vardı vardı ama işte orayada istediğim kadar sık yazamiyorum, yani buraya. Beni mutlu eden herşeyi erteliyorum ben. Peki abi ben ne yapıyorum onca zaman içinde? Tamam iş haftada bir 50 saatimi, ve de ruhumun bir parçasını, alıyor olabilir. Peki geri kalan zamanda ortalamanın altında uyumaktan başka ne yapıyorum?  Halledilmesi gereken işler tabiki oluyor ve onları derhal yapmalıyım. Aynı şekilde birisine verdiğim sözüde yerine getirmeliyim kendi işimden öncelikli gelir. Tabi birde bürokratinin üst seviyede olduğu bir ülkede yaşamanın getirdiği yan etkinin sonucunda her işlem için 5 form doldurmakta tabi günümüzün şartlarından. Veee Pazar akşamına ulaştık. Muhteşemdi dimi? Yapılması gereken herşey yapıldı fakat yapmak istediğim hiçbirşey yapılmadı.

Mutluluğu erteleme sorunum var benim. Belki üşengeçlikten belki vakit darlığından belki de sadece kaygıdan. Bana verdikleri "yapsam şöyle müthiş olur" hayalini kurabilme şansını yitirmekten korktuğumdan belkide. Hadi ya onlarda mutlu etmezse beni? Hadi herşeyi yaptın gezdin gördün okudun yedin içtin aldın sattın doyasıya yaşadın, ama mutlu olamadın? Düşünsene neye tutunacaksın ozaman? Mutlu olabilmenin ihtimaline sahibken o ihtimalide kaybedersen napacaksın? Sonuçta ben senin beni mutlu edebilme ihtimalini sevdim.

7 Mart 2017 Salı

Anlamsız Insan

Bazen dönüp gidemezsin, bütün şartlar buna müsaitken tutar seni birşeyler. En acısıdır herşey de anlam arayan bir adam için kendi hareketlerine eylemlerine hislerine anlam verememek. Evrende keşfedilmiş herşeyi internet sayesinde istediğin zaman arayıp bulabildiğin, vakit harcayarak okuyarak anlayabildiğin bir çağda yaşıyorken kendini anlayamamak ne büyük tezat. Izahı olmayan ruhhalleri, düşünce biçimleri, doğrular ve yanlışlar. Izah mizahı bozar ki zaten izahı olmayanın mizahı olur derler ama izah edilemeyen bir hayatsa o olsa olsa kara mizahtır. Bir başka deyişle "Kader" der geçeriz genelde, buda bir teselli biçimidir. Kendi omuzlarına kendileri vuran kendilerini teselli eden insanlar vardır, yalnızlığın insan olmuş halleri. Kalabalığın içinde bir gölge. Güneş battığı zaman gölgelerin de yok olduğu zannedilir. Peki ya güneş battığı zaman etrafı saran karanlık gölgelerin devasalaşmış hali olamaz mı? Bak yine anlam arama çabaları, yine izah etme çabaları. Bunca çaba niye? Daha kendini anlayamıyorken.

11 Şubat 2017 Cumartesi

Yoksun Sen

Aylardan Arabesk günlerden matem saat özlemi efkar geçiyor. Mevsim yine sensizlik, odam soğuk. Parmak uçlarım yokluğundan kesik. Işık bana bakışın kadar loş, radyonun sesi ürkekliğin kadar. Omuzlarim düşük, boynum bükük, dizlerim tutmuyor. Hayalin ağır geliyor. Düşüncelerimi oyalayamadığım her an nasıl oluyorda kendine çekiyorsun? Ne yaptım ben sana? Yaşasana hayatını, bıraksana beni. İçinde senin barındığın her ihtimalin bana nasıl bir ümit verdiğini bilmiyor musun? Yüzünü her hayal ettiğimde yüreğime doğan güneşi bilmez misin? O iki dudağının arasından bir defa ismimi duymak için neleri yakabileceğimi, gülümseyen yüzünün sebebi olabilme olasılığının bile beni bir ömür mutlu edeceğini nasıl olurda yok sayarsın? Yokken nasıl da bukadar var olabiliyorsun? Yapma. Korkutma. Kendimi inandırdığım, gurur duyduğum, bugüne kadar beni mutlu eden herşeyi böylece gölgede bırakma. Ulaşılmaz uzakları gösterme bana, yüzüme vurma bıraktığın boşluğu. Izin ver kandırayım kendimi, meraklanma ilk değil. Son hic değil.

4 Ocak 2017 Çarşamba

Umut

Bir deney yapmışlar Fareler ile. Cam bir fanus içine su doldurmuşlar ve içine Fareyi atmışlar. Çok değil Fare sadece 15 dadika yüzüyor sonra "ömrüm demekki bukadarmış" deyip pes ediyor ve yüzmeyi bırakıp kendini boğulmaya terkediyor. Sonra yine aynı deneyi yapıyorlar ve bu sefer 13. dakikada fareyi sudan çıkarıp kurulayıp tekrar içine atıyorlar suyun. Bu sefer Fare tam 75 dakika pes etmeden yüzüyor. Umut işte böyle birşeydir. Sonunda bir ışık görürsen belki yine çıkarırlar sudan dersen kendi sınırlarını aşabilirsin. Umut kendinin bile tahmin edemeyeceğin yerlere taşıyabilir seni. Büyük bir güç, bir nevi ruhun yakıtıdır Umut. Kendine sınırlar koyan pes eden bugüne kadar neyi başarmış? Neyi veya kimi kazanabilirsin pes ederek? Yolunda takıldığın, tökezlediğin düştüğün yerlerde olacaktır, bununla alay edenlerde. Fakat en büyük adımı herşeye rağmen tekrar ayağa kalkarak yaparsın. Hayallerini Umutlarını hiçbir zaman bir kenara atma çünkü asıl tam ozaman imkansızlaşırlar. Herkesin bitti dediği yerde sen bitmedi demezsen herkes gibi olursun.

Kartallar kaç yıl yaşarlar bilir misin?
Kartallar 40 yaşına geldiği zaman tırnakları içeri doğru uzar ve avını yakalayamaz olur.
Kartallar 40 yaşına geldiği zaman gagası da uzar içeri doğru ve avını öldüremez olur.
Kartallar 40 yaşına geldiği zaman kanatlarındaki tüyler ağırlaşır uçamaz olur ve kısa bir süre sonra ölür.

Kartalların çok az bir kısımı 40 yaşına yaklaşınca sürüden ayrılır bir dağın en uzak yerinde yalnız başına bir yıl geçirir.

Önce gagasını kayalıklara vurarak düşürür ve kan revan içinde yeni gagasının çıkmasını bekler. 
Daha sonra tırnaklarını yine kayalıklara sürte sürte yerinden oynatır ve yeni gagası ile tek tek söker. 
Bu kez yeni tırnaklarının çıkmasını bekler. 
Yeni tırnak ve gagası ile tüylerini yolar ve onlarında yenilenmesi ile birlikte 40 yıl daha yaşar.

Yani hayatın gidişatına boyun bükmeyen Kartal 80 yıl yaşar. 

Sende boyun bükme. 

Daha uzun yaşamak için değil, kendinden daha memnun yaşamak için hiç bir zaman Umudunu yitirme ve hayata boyun bükme.