27 Eylül 2025 Cumartesi

Kaygılar, Kaygılarım, Kaygılarımız

Anksiyete, algılanan ve henüz gerçekleşmemiş, yakın gelecekte beklenen bir stres unsuruna karşı duyulan kaygı durumudur.

Varsayalım ki yakında gerçekleşmesini beklediğin bir olay var ve bu daha gerçekleşmeden kaygılanıyorsun, soğuk terler atıyorsun ve/veya nefes alışverişin değişiyor. Tebrik ederim, anksiyeten var.

Biliyorum, biraz Google’da arattığın herhangi bir ağrının nedeni olarak çaresiz ve ölümcül bir hastalık teşhisiyle karşılaşmak gibi oldu bu. Fakat doğru: Anksiyeten var senin ama bunun seviyeleri var.

Örneğin okul dönemini hatırla ve bir sınava gireceğini düşün. Çok iyi olmadığın bir derste sınav öncesinden her ne kadar çalışmış veya hazırlanmış olsan da gerilimden ve umutsuzluktan ismini bile unutursun ya… Hah, işte o an anksiyete. Bunu her insan yaşamıştır çünkü zaten kötü olduğu bir derste gerçekten okumak niyetinde olan bir insan yine kötü bir sınav geçirebileceğini tahmin edebilir.

Fakat yeni yürümeyi öğrenen bir çocuğu düşün. Koltuğun üstünde dengesiz adımlar atarak koltuğun kenarına koştuğunda anksiyete yaşamaz o çocuk, biraz sonra düşeceğini farkında dahi olmadığı için.

Yani anksiyete aslında farkındalıktan doğan bir durum.
Anksiyete yaşıyorsan tebrikler; farkındalığı yüksek, algıları gelişmiş müthiş bir insansın.

Bir de korktukların bir bir başına gelmiyor mu, işte o zaman anksiyete iyice azar. Anksiyete kendinden geçer, bayram eder, 40 gün 40 gece düğün yapar.

Kurtuluş yok mu?  Yok.
Hiç mi yok?  Var.

Sade, yalnız, kimsesiz, beklentisiz bir hayat. Standartları olan, özsüz, yurtsuz, kariyersiz, başarısız. Ama onu da kabulleneceksin. Diyeceksin: “Ben başaramadım, bu bana yeter.” Yoksa baş verir “Ulan ben yalnız mı öleceğim, dünyaya bir çivi çakmadan” kaygısı.

Yaaa kolay değildir öyle.

Diğer bir yol da her zaman, her duruma hazır olmak; her konuda tereddütsüz, güçlü olmak. Sabah kalktın gittin işe, her şeye hakimsin, kusursuz, hatasız, öngörülü, az yakan bir makine misali her işini uygun sürede azami kalitede yerine getiriyorsun. Eve geldin, müthiş bir eş, kusursuz bir babasın. Maddi manevi her şeyi seriyorsun ayaklarına ve herkesin güvenini hissediyorsun. Yetmedi akşam da seçtiğin herhangi bir spora gidiyorsun ve mükemmel, yüksek verimlilikte bir antrenman yapıyorsun. Beslenmen tabii ki kusursuz ve sonuç olarak da inanılmaz fit ve sağlıklısın.

Bu kadar basit ya: Ne gelecek kaygısı olur, ne sağlık kaygısı olur, ne huzur kaygısı olur. Oooooh.

Yani anlayacağın: 

Kurtuluş yok mu? Yok. 

Hiç mi yok? Var.

Yapabilirsen var.

Ya yapacağız ya batacağız. Ama deneyeceğiz. Olmadı mı? Gemimizle beraber dümeni bırakmadan dik batacağız.

Bak, o zaman da anksiyete kalmaz.

15 Mart 2024 Cuma

Elveda

 Yalnız öleceğini bile bile yaşamak ne tuhaftı. Sonunu bildiğini filmi dahi izleyemeyen izlesede zevk alamayan birisi nasıl katlandı bu hayata. İnanın bende şaşırıyorum. Bazen bir umut varmış gibide olmadı değil belkide onlar kandırdı. En büyük umut da zaten sondan önce geldi. Yırtıcı kuşlar vardır avını yakalar yükseğe çıkarır yüksekten aşağı atarak öldürür. Av yükselirken ben yükseliyorum zanneder, düşerken de uçtuğunu zanneder. Taa ki yere çakılıp can verene kadar. Hayat da öyle yaptı aldı yükseklere çıkardı, bir yerde kurtulduk sandım uçuyorum sandım meğerse düşüyormustum. 

Öyle işte elveda vakti gelmiş evladım bizim haberimiz yokmuş. Son kez beraber gülmüşüz meğerse. Seni canımdan çok sevdiğimi bil lütfen ve asla aksini düşünme. 

28 Kasım 2023 Salı

Dip

 Bazen bilerek yanlış yaparsın yada bilerek zarar verirsin kendine. Bile bile uykusuz kalırsın mesela, yada herkesin görebileceği bir yerine zarar verirsin. İstersin ki ben kötü olayım ve birisi beni iyi etsin. Biri bana baksın. Düştüğünde seni tutup kaldıracak birilerinin olduğunu görmek istersin. Seni sana rağmen ve hattaha seni senden koruyacak biri olduğunu görmek istersin. İlgi arsızlığı değildir bu, sadece kötü olmaya düşmeye bitmeye dibi görmeye hakkım var mı hayatta bilmek istersin. Zira bazen gücün biter bazen hiçbir şeye hiçbir kimseye hiçbir yere yetemediğini hissedersin. Kendine acımasız olursun bazen hattaha kendi hakkını bile yersin. Aslından istersinki birisi seni o an sana karşı savunsun. Seni sana yem etmesin. Seninle senin için savaşsın ki sende uğruna savaşılacak birisi olduğunu gör. İstersin istersin tabi ve varsa birisi veya birileri bunları yapacak. Sen "doğru çalışmadığında" da seven. İşlevsiz ve işlemsiz kaldığında dahi sana arka çıkan. Seni senden daha çok seven seni yapabildiklerin için veya yarattığın konfor için değil seni sen olduğun için seven birileri. İşte ozaman o dipten bir çıkarsın ki gelecek 40 tane dibe 40 tane kışa 40 tane karanlığa bürünmüş matem dolu gecelere hazırlar seni. 


Fakat yoksa kimse. Yoksa seni toparlayan. Yoksa sen iyiyim desende hayır değilsin diyecek birisi. Yoksa sen düştüğünde el uzatan hattaha sen düşmeden omuz atan birisi. Kendini yerde yapayalnız bulursun birden. Sağın solunda kimse yoktur herkes seni beklmeden devam etmiştir. O halde yine bir tek kendine kalırsın. Kalkarsın kendi gücünle koşmaya devam edersin. Yakalarsın seni beklemeyenleri. İnsan oğlu sürü olmadan yapamaz ister istemez katılırsın sürüye. Ama bilirsin yine düştüğünde kaldıracak kimsenin olmadığını. Ve hayat bu ya tekrar tekrar düşersin ve artık şaşırmazsın dibin yalnızlığına. Beklemeden kendin toparlanırsın her defasında. Fakat her yalnız kalktığında içinde bir hüzün büyür. İçinde bir yalnızlık büyür dışarıdan görünmeyen. Hissizleşirsin. Ve bir gün gelir anlarsın her seferinde daha zor kalktığını. Bir gün gelir anlarsın bir gün kalkamıyacağını. Ve bilirsin yerde kaldığında herkesin nefretle sana baktığını. Erkenden bozulmuş bir oyuncak gibi kalırsın. Ömrün içindeki yarım ucuz pil kadar...

31 Aralık 2022 Cumartesi

Unuttum

Unuttum artık.

Yazmayı unuttum. Okumayı unuttum.

Kendim için yaşamayı unuttum. Hayal kurmayı unuttum.

Karar vermeyi unuttum. Kendi hayatımın merkezinde olmayı unuttum.

Oynamayı unuttum. Zevk almayı unuttum.

Hesapsız olmayı unuttum. Sevinmeyi unuttum.

Hedef koymayı unuttum. Yalnızlığı unuttum. Düşünmeyi unuttum.

Yaşımı unuttum. Yaşadıklarımı unuttum. Acı çekmeyi unuttum.

Sevilmeyi unuttum. Anlaşılmayı unuttum.

Kaybetmeyi unuttum. Kazanmayı unuttum.

Rakının tadını unuttum. Türkü söylemeyi unuttum.

Bildiğim şiirleri unuttum. Yazarları unuttum.

Kim olduğumu unuttum. Huylarımı unuttum.

Büyük büyük sözlerimi unuttum. Umutlarımı unuttum.

Cesaretimi unuttum. Korkularımı unuttum.

 

Ve artık unuttuğumu umursamayı dahi unuttum.

Kim bilir beklide neleri unuttuğumu bile unuturum yakında.

17 Nisan 2022 Pazar

Anahtar

Size yaşımı açık vereyim mi?

Sene 2003, aralık ayı olduğu için taze 11 im. Misafir işçi olarak Avrupa’ya yerleşen bir ailenin ilk Avrupa’da doğan ve büyük ümitlerle okul hayatına başlayan çocuğuyum. Türkiye’deki yaşıt akrabalarımın takdirname haberlerinin geldiği ve buradaki bütün büyüklerimin bu haberleri inanılmaz başarı olarak kutladıkları bir zamandı. Sinir olurdum zira buralarda takdirname diye bir şey yoktu atomu 4 çeyreğe bölsen yine de verilmiyordu.

Noel yaklaşıyordu ve dört göz ile bekliyorduk. Aralığın 24’den itibaren 2 hafta tatilimiz olacaktı ve her yıl olduğu gibi iple çekiyorduk o günü. Lakin o senenin aralık ayında bir farklılık vardı. Okulumuzun 100. Yıl dönemine denk gelmişti. Çeşitli etkinlikler vardı her ikinci güne ve tatil öncesi son gün büyük çekiliş vardı. Okulun bütün öğrencileri sınıflarında bir numara çekmişti ve her numaraya göre bizi spor salonunda yüzlerce hediyeden biri bekliyordu.

Açıkçası pek ilgimi çekmiyordu çekiliş ben kazanmak istediğim her şeyi bir hafta evvel okul önüne kurulan mini Lunaparkta tüfek atışı ile kazanmıştım. Ergenliğin yeni yeni filizlendiği yıllarda sınıfımdaki kızların birkaç saniye ilgi odağı olmuş tecrübesizlikten durumu kötü yönetmiş fazla tevazu göstererek başarımın çabuk unutulmasına yol açmıştım (Fazla tevazu gösterme gerçek sanırlar).

Lakin sınıfımda ki Sırbistan kökenli arkadaşım gayet hevesliydi çekilişe ve aklınca sınıfta en yüksek sayıya sahip olanı araştırıyordu. Ondan öğrendiğim kadarıyla en yüksek sayı bendeymiş ve kendisininkiyle değişmek istedi. Çektiğimiz ufak kağıtlarda yazan sayıları puan zannederek benim numarama daha büyük bir ikramiye çıkacağını düşünmüştü. Kendisinin bu aptal ve saçma düşünce tarzı hala devam etmekte henüz bir faydasını görmedi.

Uzun süren ikna çabaları sonunda kurtulmak için kabul ettim spor salonuna hediyelerimizi almaya inerken. Aşağı ulaştığımızda bizi uzun bir masa sırası karşıladı, üzerlerinde hediyeler olmasaydı bir Türk düğününe de gelmiş olabilirdik.

İnternetin çevremizde yaygınlaştığı herkesin artık evinde internetin olduğu bu teknoloji ve korsan kokan günlerde en az rağbet gören şeyler artık bilim Kitaplarıydı. Ve Sırp arkadaşıma benim numaram ile biyoloji kitaplar serisi çıktı. Peki ya ondan aldığım sayı ile bana ne mi çıktı?  Havalı mı havalı, şifreli, paslanmaz demirden, üzerinde bulunduğu Bisikletin satış fiyatını 20% artıran bir Bisiklet anahtarlığı!

Yazık çocuk ağlamaya başlamıştı geri değişmek istedi ve bende tabii ki değişmedim. Prensip meselesi sonuçta.

Okulun Noel tatili öncesi son günüydü. Dışarısı buz gibi ve o yılların kışları efsanevi kar yağışları ile geçiyordu. Hediye dağıtımı bitti ve eve gitmemize izin verildi, herkes elbise dolabına gidip kalın kışlıklarını giyip eve koyulmaya başladı. Lakin benden bir kafa büyük kütleli Sırp arkadaş hala ağlayarak peşimi bırakmıyor tekrar takas yapmak için baskılıyordu. Daha fazla çekmemek için arar acele giyindim ve oradan kayboldum. Okul önünden kalkan 24 numaralı Otobüse bindim ve hiç olmadığım kadar mutlu bir şekilde eve gidiyordum ta ki belime taktığım anahtarlığımın kaybolduğunu fark edene kadar. Aniden ter basması nedir bilir misiniz?

Anahtarlıkta tam tamına 2 anahtarım vardı biri elbise dolabının (2€) diğeri sınıfta kitaplarımızı koyduğumuz küçük rafın anahtarı (20€).

22€!!!!

 

Fark ettiğim an indim Otobüsten ve o fırtına o karda yürümeye başladım okula doğru. Bulmalıydım bulamazsam aileme 22€ nun kaybını nasıl açıklardım. Ben nasıl böyle bir hata yaptım nasıl ailemi böyle bir külfetin altına soktum diye sinirden ağlamaya başladım. Yüzüme vuran kar taneleri sağ olsun belli olmuyordu ama gerçekten bu miktar için ağlayarak o soğukta okula doğru 20 dakika yürüdüm. Tabi ne yapardık anahtarı bulamasam? Babam hafta sonları gece Taksiye çıkardı, annem ek gelir olarak evde kazak örüp satardı beni de okuldan alırlardı ayakkabı boyardım okul önünde herhalde. Ailesinin bütün birikimini bir gecede kumarda kaybetmiş hayırsız evlat gibi hayattan bağım kopmuş şekilde sonunda ulaştım okula. Hala dersi olanlar olduğu için açıktı okul Noel öncesi son gün olmasına rağmen. Sınıfları, koridorları, spor salonunu ve kantini aradım yok. Okulun altını üstüne getirdim yok işte yok.

Yapacak bir şey kalmadı okuldan çıktım otobüse binip eve doğru "acaba böbreğim ne kadar eder" düşünceleri ile yola koyuldum. Eve vardığımda Annem mutfaktaydı, Babamda kız kardeşimle salonda bir şeyler izliyordu. Her delikanlının her onurlu erkeğin her cengaverin yapacağı gibi tabi ki konuyu anneme açmaya karar verdim. Annem söylesin babama yumuşatarak kardeşim ben niye mermiye kafa atayım o kadarda değil. Anneme durumu mağrur ve hatasının farkında bir tavırla anlattım ve sonunda dedim istersen vur beni hakkındır. Annem güldü alırız oğlum yenisini dedi hadi sofraya dedi. 

 

Nasıl yani? Bu kadar basit mi?  Babama söyleme gereği bile görmedi. Bir ufak alındım, benim dramım bu kadar basit mi kadın senin için? Tatili kendi kendime zehir ettim, 2 hafta evde Müslüm Baba gezdi bir omzu düşük. Gel gelelim ki okulun ilk günü Sınıf Hocam bulmuş anahtarlığımı getirdi verdi. 

 

Bir daha kaybettiğim bir şeyin arkasından ağlamamayı öğrendim, onun yerine arkasından bir kadeh kaldırıp "yolun açık olsun" dilemeyi tercih ettim hep ama oda başka bir hikâye. 

Kıyamet

"Ne sabreden muradına ermiş
Nede sabrın sonu selamet
Yaptığı yanına kalan hep kar bilmiş
Sabrın sonu kıyamet"

-M.D.-

27 Aralık 2021 Pazartesi

Dost acı söyler

Nanköre nankör diyememek en büyük nankörlüktü yaptığın kendine. Kendini çekip söylemediklerin en büyük yüktü kendine yüklediğin. Karşılık beklemeden yaptığın iyiliklerdi ayağına vurduğun prangalar. İçine çektiğin duman değil içine attığın kırgınlıklarındı ciğerlerini solduran. Kavga etmekten yorulduğun için kaçtığın her bir kavga mağlubiyetindi seni geceleri uyutmayan. Başkalarının gözünün içine baktığın kadar bakmadın kendi yüzüne, hiç dikkat etmedin kendi gözünde ne kadar değerin kaldığına.

İnsanın her hatasını her yenilgisini her ayıbını anlattığı bir arkadaşı vardır. En yakını değildir ama senin hakkında ne düşündüğünü en umursamadığı bir Arkadaşı. Ve bir gün gelir hayatta yeni bir sayfa açmak istediğinde, geçmişe sünger çekmek istediğinde, her şeyi unutmak istediğinde o arkadaşınıda gömer geçmişinin yakasını bırakmadığı hataları ile beraber. İşte gün gelir sensindir artık kendinin o arkadaşı. Kendin hakkında ne düşündüğünü umursamadan hareket edersin bazen. Ama her iyi arkadaş gibi sende bazen kendine acı söylersin. Fakat sorun şudur artık yeniden başlama şansın kalmaz silemezsin kendini geçmişin ile beraber.

 Dönülmez bir yola girdiğini yolun ortasında anladığında yolun güzelliğine ikna etmeye çalışırsın kendini. Bazen yol kenarında mola vererek kaçmaya çalışırsın gerçeklikten, bazen başarılıda olursun ama ne olursa olsun o yolu gitmeye devam edeceksin. Çünkü sen yolun çilesine aşıksındır, çünkü başka seçeneğin kalmamıştır, çünkü aşksızda hani, ne bileyim, yaşanmıyor hani.