Sene 2003, aralık ayı olduğu için
taze 11 im. Misafir işçi olarak Avrupa’ya yerleşen bir ailenin ilk Avrupa’da
doğan ve büyük ümitlerle okul hayatına başlayan çocuğuyum. Türkiye’deki yaşıt
akrabalarımın takdirname haberlerinin geldiği ve buradaki bütün büyüklerimin bu
haberleri inanılmaz başarı olarak kutladıkları bir zamandı. Sinir olurdum zira
buralarda takdirname diye bir şey yoktu atomu 4 çeyreğe bölsen yine de verilmiyordu.
Noel yaklaşıyordu ve dört göz ile
bekliyorduk. Aralığın 24’den itibaren 2 hafta tatilimiz olacaktı ve her yıl
olduğu gibi iple çekiyorduk o günü. Lakin o senenin aralık ayında bir farklılık
vardı. Okulumuzun 100. Yıl dönemine denk gelmişti. Çeşitli etkinlikler vardı
her ikinci güne ve tatil öncesi son gün büyük çekiliş vardı. Okulun bütün
öğrencileri sınıflarında bir numara çekmişti ve her numaraya göre bizi spor
salonunda yüzlerce hediyeden biri bekliyordu.
Açıkçası pek ilgimi çekmiyordu
çekiliş ben kazanmak istediğim her şeyi bir hafta evvel okul önüne kurulan mini
Lunaparkta tüfek atışı ile kazanmıştım. Ergenliğin yeni yeni filizlendiği
yıllarda sınıfımdaki kızların birkaç saniye ilgi odağı olmuş tecrübesizlikten
durumu kötü yönetmiş fazla tevazu göstererek başarımın çabuk unutulmasına yol
açmıştım (Fazla tevazu gösterme gerçek sanırlar).
Lakin sınıfımda ki Sırbistan kökenli
arkadaşım gayet hevesliydi çekilişe ve aklınca sınıfta en yüksek sayıya sahip
olanı araştırıyordu. Ondan öğrendiğim kadarıyla en yüksek sayı bendeymiş ve
kendisininkiyle değişmek istedi. Çektiğimiz ufak kağıtlarda yazan sayıları puan
zannederek benim numarama daha büyük bir ikramiye çıkacağını düşünmüştü.
Kendisinin bu aptal ve saçma düşünce tarzı hala devam etmekte henüz bir
faydasını görmedi.
Uzun süren ikna çabaları sonunda
kurtulmak için kabul ettim spor salonuna hediyelerimizi almaya inerken. Aşağı
ulaştığımızda bizi uzun bir masa sırası karşıladı, üzerlerinde hediyeler
olmasaydı bir Türk düğününe de gelmiş olabilirdik.
İnternetin çevremizde yaygınlaştığı
herkesin artık evinde internetin olduğu bu teknoloji ve korsan kokan günlerde
en az rağbet gören şeyler artık bilim Kitaplarıydı. Ve Sırp arkadaşıma benim
numaram ile biyoloji kitaplar serisi çıktı. Peki ya ondan aldığım sayı ile bana
ne mi çıktı? Havalı mı havalı, şifreli, paslanmaz demirden, üzerinde
bulunduğu Bisikletin satış fiyatını 20% artıran bir Bisiklet anahtarlığı!
Yazık çocuk ağlamaya başlamıştı geri
değişmek istedi ve bende tabii ki değişmedim. Prensip meselesi sonuçta.
Okulun Noel tatili öncesi son
günüydü. Dışarısı buz gibi ve o yılların kışları efsanevi kar yağışları ile
geçiyordu. Hediye dağıtımı bitti ve eve gitmemize izin verildi, herkes elbise
dolabına gidip kalın kışlıklarını giyip eve koyulmaya başladı. Lakin benden bir
kafa büyük kütleli Sırp arkadaş hala ağlayarak peşimi bırakmıyor tekrar takas
yapmak için baskılıyordu. Daha fazla çekmemek için arar acele giyindim ve
oradan kayboldum. Okul önünden kalkan 24 numaralı Otobüse bindim ve hiç
olmadığım kadar mutlu bir şekilde eve gidiyordum ta ki belime taktığım
anahtarlığımın kaybolduğunu fark edene kadar. Aniden ter basması nedir bilir misiniz?
Anahtarlıkta tam tamına 2 anahtarım
vardı biri elbise dolabının (2€) diğeri sınıfta kitaplarımızı koyduğumuz küçük
rafın anahtarı (20€).
22€!!!!
Fark ettiğim an indim Otobüsten ve o
fırtına o karda yürümeye başladım okula doğru. Bulmalıydım bulamazsam aileme
22€ nun kaybını nasıl açıklardım. Ben nasıl böyle bir hata yaptım nasıl ailemi
böyle bir külfetin altına soktum diye sinirden ağlamaya başladım. Yüzüme vuran
kar taneleri sağ olsun belli olmuyordu ama gerçekten bu miktar için ağlayarak o
soğukta okula doğru 20 dakika yürüdüm. Tabi ne yapardık anahtarı bulamasam?
Babam hafta sonları gece Taksiye çıkardı, annem ek gelir olarak evde kazak örüp
satardı beni de okuldan alırlardı ayakkabı boyardım okul önünde herhalde.
Ailesinin bütün birikimini bir gecede kumarda kaybetmiş hayırsız evlat gibi
hayattan bağım kopmuş şekilde sonunda ulaştım okula. Hala dersi olanlar olduğu için
açıktı okul Noel öncesi son gün olmasına rağmen. Sınıfları, koridorları, spor
salonunu ve kantini aradım yok. Okulun altını üstüne getirdim yok işte yok.
Yapacak bir şey kalmadı okuldan çıktım
otobüse binip eve doğru "acaba böbreğim ne kadar eder" düşünceleri
ile yola koyuldum. Eve vardığımda Annem mutfaktaydı, Babamda kız kardeşimle
salonda bir şeyler izliyordu. Her delikanlının her onurlu erkeğin her
cengaverin yapacağı gibi tabi ki konuyu anneme açmaya karar verdim. Annem
söylesin babama yumuşatarak kardeşim ben niye mermiye kafa atayım o kadarda değil.
Anneme durumu mağrur ve hatasının farkında bir tavırla anlattım ve
sonunda dedim istersen vur beni hakkındır. Annem güldü alırız oğlum yenisini
dedi hadi sofraya dedi.
Nasıl yani? Bu kadar basit mi?
Babama söyleme gereği bile görmedi. Bir ufak alındım, benim dramım bu kadar
basit mi kadın senin için? Tatili kendi kendime zehir ettim, 2 hafta evde
Müslüm Baba gezdi bir omzu düşük. Gel gelelim ki okulun ilk günü Sınıf Hocam bulmuş
anahtarlığımı getirdi verdi.
Bir daha kaybettiğim bir şeyin arkasından
ağlamamayı öğrendim, onun yerine arkasından bir kadeh kaldırıp "yolun açık
olsun" dilemeyi tercih ettim hep ama oda başka bir hikâye.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder