Meftuh bir dağın yamacındaki ormanda yaşayan yetim bir ormancıydı. Ormancı yakıştırmasını
yakınlardaki kasaba halkı ona gerçekten ormancılık mesleği yaptığından değil
ormanda yaşayan tek kişi olduğu için yapmıştı. Henüz 17 yaşındaydı, babasını hiç
tanımamıştı. Melek yüzlü annesini ise 11 yaşında kaybetmişti. Annesinden ona yadigâr
ormandaki küçük kulübeyi terk etmek istemiyordu. Kulübesi küçüktü, içeriye soğuk
alan bir pencere, uzanabileceği büyüklükte bir sedir ve kışları hem içeriyi ısıtan
hem de üzerinde yemek pişirdiği bir soba. Bundan ibaretti Meftuh için mutluluk,
daha fazlasını hiç gömememişti zaten. Annesi vefat etmeden önce birçok şey öğretmişti
ona, mevsimine göre sebze ekmeği, avlanmayı, ormana zarar vermeden odun toplamayı
ve okumayı. Yeni yetim kaldığı zamanlar daha çok yârdim sever Kasaba halkının sadakalarıyla
yasarken şimdilerde avladığı hayvanların kürklerini ve kendisine fazla gelen
sebzeleri çarsıda satarak kendisine yetecek kadar para kazanıyordu. Kazandığı
parayla kendisine erzak, kıyafet ve onu en çok mutlu eden kitap alıyordu. Tarz ayırt
etmiyordu, zira kasabaya gelen kısıtlı kitap sayısında bu bir lüks olurdu. Ask,
polisiye, şiir, edebiyat, tarih, komedi veya gerilim fark etmiyordu. Annesinin
onu hep kucağına alıp okuduğu gibi oda sobanın dibine oturup içine odun attığı
alt kısmi acık bırakıp alevlerin ışığında ve sobanın sıcaklığında artık
gözlerini açık tutamayacak hale gelene kadar okuyordu elindeki kitapları.
Zamanla sedirinin altı hatırı sayılır bir kitap miktarı birikmişti.
Bir gün yine çarşıdan dönerken kulübesine yakın yerde baygın bir kız buldu
Meftuh. Kasabaya kadar taşımayacağı için kulübesine götürdü sedirine yatırdı. Kız
belli ki ondan bir kaç yas büyüktü ayrıca hiç görmediği kadar güzel giyinmişti.
Kız kendine gelene kadar Meftuh okuduğu kitaplardan esinlenerek hayaller kurdu.
Mevsimlerden son bahar olduğu için aksama doğru hava bir hayli soğuktu. Meftuh sobayı
yaktı dibine oturdu sahibi olduğu tek paltoyu uyuyan güzelin üzerine serdi. Kıza
bakarken soba başında uyuya kaldı Meftuh, gece uyandığında bu sefer uyuyan
güzel uyanmış ona bakıyordu. Göz göze geldiler sessizlik çöktü ikisi de ne diyeceğini
bilemiyordu, söze kız girdi "sen kimsin" dedi, "ben Meftuh"
dedi bizim ormancı. Yine bir sessizlik hâkim oldu kulübeye "sen?" çıktı
Meftuhun ağzından. "Lavinia" dedi şaşkın güzel. İki yabancı oturuyorlardı
ne soracaklarını nerden başlayacaklarını bilmeden. Meftuh annesinden sonra ilk
defa birisiyle oturuyordu kulübesinde, içinde garip bir his vardı rahatsız
olmuyordu ama tedirginlik vardı içinde. Lavinia biraz bulunduğu ortamı inceledi
gözleriyle oturduğu yerden sonra tekrar Meftuha baktı ve "neredeyim
ben?" diye sordu. Bu soru ardından birçok açıklamayı ve birçok soruyu da ardında
getirdi. Her soruyla Meftuh biraz daha açılıyordu ve Lavinia onun korkulmayacak
biri olduğunu anlıyordu. Meftuh hayatında ilk defa biriyle samimileş menin verdiği
heyecanla her şeyini anlatıyordu. Sabaha kadar içini dökmüştü ikisi de
birbirine ısınmıştı zarar gelmeyeceğini anlamışlardı birbirilerinden. Lakin
Meftuh Laviniaya gece boyu nerden geldiğini nereye gideceğini ne zaman gideceğini
sormadı, sormak ya da bilmek istemiyordu.
O geceden sonra bir süre geçmişti kış gelmişti artık. Sanki yeni tanışmış
iki kişi gibi değil de birbirilerini hep tanıyan iki kişiymiş gibi hayatlarını
beraber sürdürüyorlardı. Meftuh artık Lavinia sayesinde çok daha güzel yemekler
yiyordu, kendisi artık çarsıda kazandığı paralarla daha fazla erzak ve kitap
yerine Laviniaya elbiseler ve hediyeler alıyordu. Çarsıdan dönerken evde onun
birilerini beklediğini bilmek onu mutlu ediyordu, geleceğe dair hayati boyunca
hayal kurmamış ümitlenmemiş olan Meftuh artık nice hayaller kuruyordu. Lavinia
istese ikisinin rahatça hayatlarını sürdürebilecekleri bir ev almayı bile düşünüyordu
ileride. Onun için ormanı kulübesini her şeyini bırakmaya hazırdı. Yeteri yanında
kalsın, Laviniayi değil karisi sevgilisi olarak bile hayal etmeye utanıyordu.
Güzel zaman çabuk geçer derler, artık 1 yıl geçmişti. Meftuh 18 yaşındaydı artık
ama kendisini sanki 1 yastan daha fazla büyümüş gibi hissediyordu. Hayatında artık
düşünmesi gerektiği bir insanın olması onu çok daha fazla olgunlaştırdığına inanıyordu.
Artık yetim bir çocuk değildi, artık sorumluluk sahibi bir adamdı kendi
gözünde. Lavinia ise Meftuhun bu hallerini tatlı buluyordu lakin ciddiye almıyordu,
onun gözünde halan o bir çocuktu. Âşıktı Meftuh Laviniaya ve artık çekinmiyor utanmıyor
bunu belli ediyordu. Lavinia hala ciddiye almıyordu çocukluk olarak görüyordu
bu sevgi sözcüklerini. Şiirler yazmaya başlamıştı Meftuh Laviniaya eskiden okuduğu
kitapların faydasını simdi görüyordu Meftuh. Lavinia şiirler hoşuna gitse de
tedirgin olmaya başlamıştı, zira o Meftuha âşık değildi. Seviyordu ama âşık değildi,
Meftuhun hayallerinin farkındaydı lakin kendisi de istiyor muydu bilmiyordu.
Sonsuza dek hayatında yer almak istiyordu ama Meftuhun çizdiği rolde değil. Suçluluk
duygusu sarmıştı içini, varlığı ile ümitlendirdiğini düşünüyordu. Acı dolu
gözlerle bakıyordu ona artık.
Bir sabah Meftuh kaç zamandır satmayıp biriktirdiği kürkleri toplamaya başladı,
amacı Laviniaya bunlara karşılık bir yüzük almaktı. Büyük gün bugündü topladığı
kürkler kasabada sadece varlıklı kadınların taktığı yüzüklerden almaya yetecek
kadar varlardı. Evlenme teklifinde bulunacaktı mutlulukları daim olacaktı. Bir şey
söylemeden biriktirdiği kürkleri topladığını gören Lavinia düşünceli bakıyordu
Meftuh ya, ama o gözleri mutluluktan kör olduğu için bunu fark edemiyordu.
Kasabaya doğru yol almadan önce bir öpücük kondurdu Lavinianin yanağına ve
"seni çok ama çok seviyorum" dedi gözlerinin içine bakarak. Bu her
zaman söylediği gibi değildi içinde anlam taşıyordu bunu hissetti Lavinia.
Kasabaya vardı Meftuh omuzu kürk dolu hepsini masaya yatırdı ve karşılığında
hangi yüzükleri verirsin dedi. Tezgâhtar en üst raftaki kutuyu indirdi ve içinden
beğenmesini istedi. Taşlı bir yüzük seçti Meftuh, taşın mercan maviliği
Lavinianin gözlerini anımsatıyordu ona. Yüzüğü aldığı gibi yola koyuldu bizimki
ormandaki kulübesine doğru, bir tanesine doğru, sevdiğine doğru, aşkına doğru.
Bir çocuk gibi seviniyordu öyle mutluydu ki önceden almayı planladığı çiçekleri
bile unutmuştu. Yolun yarısında aklına geldi bir "olsun" çekti
gülümseyerek. Yol boyu teklifinin provasını yapıyordu.
Kulübeye vardı ve bir heyecanla kapıyı açtı, ama içeride kimse yoktu. Sebze bahçesindedir
diye düşündü ve kulübenin arkasına gitti, lakin orada da yoktu. Cevrede olabileceği
her yere baktı hiç bir yerde yoktu. Belki oda arkamdan gelmiştir alışveriş yapıyordur
diye tekrar koşarak kasabaya gitti bütün esnafa sordu hiç biri o gün Laviniayi görmemişti.
Deli olacaktı başına bir şey gelmiş olmasın diye düşünerek aklında bin bir
senaryo canlandırarak koşa koşa tekrar kulübeye gitti. Kapıyı açtı ve bu sefer içeriye
daha dikkatli bir bakış attı, sedirin üzerinde bir mektup yatıyordu. Beyninden vurulmuşa
döndü, diz çöktü ağlamaya başladı. En son annesi onu terk ettiğinde böyle ağlamıştı
ciğerini parçalayarak. Mektuba hiç dokunmadı, hiç bir şeye dokunmadı sobanın kenarına
oturdu yakmadı bile, soğukta ertesi sabaha kadar uyumadan bir aldığı yüzüğe bir
sedirde yatan kapalı mektuba bakarak oturdu. Halen ağlıyordu lakin artık
gözlerinden yaş gelmiyordu, gözlerinde yaş kalmamıştı. Nefret ve kin doluydu
fakat neye ve kime karşı bilmiyordu. 2 gün geçirdi öyle orada oturarak. Düşünemiyordu
aklındaki ses bile susmuştu, tek duyduğu midesinden gelen açlık sesiydi.
Ayağa kalktı birden, kendisi bile şaşırdı neden kalktığına. Vücuda sadece alışkanlıktan
hareket ediyordu, çalı çırpı topladı geldi sobayı yaktı. 2 gündür soğukta
elleri ayakları donmuştu hissetmiyordu artık vücudunun bazı yerlerini. Ateşi
izlemek onda hipnoz etkisi yaratmıştı, duygusuz düşüncesiz bos bir kukla gibi ateşe
bakıyordu. Birden aklına mektup geldi halen olduğu gibi yerinde duran. Eline aldı
katli kâğıdı acarken ilk önce yazının sonunu gördü kocaman bir
"Elveda" yazıyordu, açamadı kapattı tekrar gözyaşlarına boğuldu bir
sinirle mektubu açık olan sobaya attı. Ufacık bir an sonra pişman oldu mektubun
nasıl kül olduğunu izledi. İçinde bir şeyler öldü o gün Meftuhun.
Üzerinden yıllar geçti Meftuh artık hakkında kasabadaki çocukların korkulu
masallar anlattığı kötü bakışlı kimseyle konuşmayan sakallı bir adam olmuştu. Adını
kasabada herkes unutmuştu artık sadece ormancı olarak biliniyordu, belki de kendisi
de unutmuştu ismini bilinmez. Tek bildiği şey Laviniadan önce onu mutlu eden şeyler
artık onu mutlu etmiyordu. Sebze ekmiyordu artık, ormanda ihtiyacı olduğu gibi
bazen de sırf sinir atmak için ağaç kesiyordu ve artık kitap okumuyordu. Sırf
hayatta kalmak için avlanan bir varlığa dönüşmüştü.
Lavinianin gidisi ona daha önce ne kadar yalnız olduğunu göstermişti.
Lavinianin varlığı ise ona sevgiyi, aşkı, ilgiyi, alakayı, birliği göstermişti.
Lavinia ona asla bir daha sahip olamayacağı şeyleri öğretmişti.
Lavinia ona en büyük kötülüğü giderek değil hayatına girerek yapmıştı.