Ortaokula yeni başlayacaktım, tabi bir heyecanlar bir büyümüşlük hissi değme
gitsin sanki çok matrak bir sey başarmış gibi. Daha sonraki okul hayatımda hiç hazırlanmadığım
kadar ciddi bir şekilde hazırlanmaya başladım okul açılışından 2 hafta önce. Hazırlanmaktan
kastım Kalem Defter Çanta gibi temel okul eşyalarını tamamlamaktı, ömür boyu
hep dağınık olan ve kendi kargaşasında düzenini bulan birisi olarak bu benim için
büyük başarıydı. Hayatımda aklım sıra yeni bir sayfa açıyordum ve çocuksu aklımla
hevesimle bundan böyle her şeyim kurulu düzenli olacak diyordum. Halen aklıma
geldikçe gülerim o yaşta ne içmiştim acaba da kendimden böyle bir şey beklemişim.
Bugün daha iyi biliyorum ki ben hiç bir zaman tamamen düzenli bir insan olmayacağım.
Tabiatıma ters, savrukluk var benim damarımda. Kitaplarını her sene bir hevesle
raflara sistematik bir şekilde sıralayan ve en geç 2 kitabın daha eklenmesiyle
bütün sırayı alt üst eden ve sonunda esrarengiz bir şekilde aralarından bazılarının
kayıp olduğunu fark eden bir insanım ben, neyin düzeninden bahsediyorsun sen çocuk! Neyse tamam abartmaya da gerek yok sadece kaotik hücum futbolunu katı
düzenli disiplinli ve fizik gücüne dayalı kuzey futboluyla sentezleyen bir
düzen anlayışım var. Sonuç olarak her seneye şampiyonluk ümidi ile başlayan ama sezon
sonu ilk 5´e zor giren bir düzen var hayatımda.
Ama asıl konu bu değil asıl
konumuz o ortaokula geçişte sezon başı hazırlık kampında yaptığım okul ihtiyacı
alışverişi. Tabi çok sıra dişi eşyalar aldığım söylenemez. Heyecan yaratan iki
malzeme vardı alışveriş listemde. Başta dolmakalem geliyordu zira ilkokulu sıradan
bir kalemle geçirmiştik ve neslimin arasında gayri resmi bir kanaat vardı oda
dolmakalemin yetişkinliğin simgesi olmasıydı. Artık çocuk değildik çünkü
dolmakalemle yazıyorduk. Hepimiz biliyoruz ki her filimde başarılı iş adamları
milyon dolarlık anlaşmalarını daima dolmakalemle kâğıda 45 derecelik bir açıyla
atarlar ve mürekkebin kurumasıyla anlaşma resmiyet kazanır. Aradan yıllar geçti
halen 45 derecelik bir açıyla dolmakalemimle imza atmışlığım yok, ya
hayallerimiz uçuktu ya da biz adam olamadık. O zamanlar heyecan veren alışverişler
arasında ikinci sırayı alan ama beni asıl derinden etkileyen malzeme ise
silgiydi. Ama öyle bildiğimiz silgilerden değil, bu acayip bir silgiydi.
Dikdörtgen seklinde bir tarafı beyaz bir tarafı mavi ortasını bir karton sarıyordu
üzerinde markasını taşıyan. Kartondan dolayı beyaz kısmı nerede bitiyor mavi kısmı
nerede başlıyor görünmüyordu ve büyük merak konusuydu. Silginin asıl özelliği
ise mavi tarafı dolmakalemle yazılanı bile silebiliyordu.
Dolmakalemle dünyaları
dize getirecek kılıcı silginin mavi tarafıyla da o muhteşem kılıcı
durdurabilecek tek kalkanı elimizde bulunduruyorduk. Gölgelerin gücü adına güç
bizdeydi. Tabi dolmakalemi okulun ilk gününden itibaren kullanmaya başladık.
Lakin silgiyi kullanamıyordum. Kıyamıyordum o muhteşem formunu bozmaya, sadece
en gerekli olduğu zaman kullanmalıyım sanıyordum ama en gerekli zaman
hangisiydi? Genel olarak yazdığımızın ne önemi vardı ki o muhteşem silgiyi kullanalım.
Yanlış yazınca derhal üstünü karalama huyu gelişti böylece çoğumuzda. Defterin ve sayfaların
değeri yoktu gözümüzde varsın dolsun yenisini alırız, zira yeni defter ihtiyacı
evde ebeveynlerde "bizim çocuk okuyor defter üstüne defter dolduruyor çok çalışkan
bir koli daha alalım" düşüncesi yaratıyordu. Böylelikle doldurulmuş birçok
defter, karalanmış onca sayfa, muhteşem bir karalama refleksi ve hiç kullanılmamış
silgimiz oldu.
Lakin bu sadece okulda kalmadı. Bunları hayatımız dada
kullanmaya başladık. Sevdik ihanete uğradık, inandık kandırıldık, güvendik tuzağa
düştük, değer verdik değersiz olduk. Hepsi geldi başımıza en sevdiklerimizden
ama biz onları silemedik, sadece karaladık. Silip yerlerine orayı hak eden insanları
koyamadık hep üstlerini karaladık yanına bir daha yazdık olmadı yine karaladık yanına
bir daha yazdık. Gönlümüz kolisiyle aldığımız ucuz 0,5 kareli defterler gibi değilmiş.
Sınırlıymış bunu öğrendik ama çok geç oldu...... Bizim gönül defterimiz doldu.
